Mert Kaan'ı beklerken telefonunu kurcalıyor, olabildiğince kendini eğlendirmeye, kafasını dağıtmaya çalışıyordu. Garsona seslenmiş ve bir tane su bir tane de çay istemişti. Etrafta aceleyle koşuşan insanlara bakıyor, kendi kafasında onlar hakkında senaryolar kuruyordu. İnsanların hareketlerini dikkatle izliyor, yavaş yavaş etrafı süzüyordu. Bir daha asla telafisi olmayacak dakikalar orada geçiyor, asla geri gelmemek şartıyla akıp gidiyordu. Hava kararmaya yakınlaşmıştı. Kaan'dan ses seda yoktu. 'Ne kadar uzun sürdü' diye geçirdi içerisinden Mert. Çok uzun süredir bekliyordu. Bir tık sinirlenmişti. Normalde buluşmaları gereken saati 1 saat 45 dakika geçmişti. Ama Mert beklemeyi tercih etti. Kaan'ı tanırdı. O her zaman böyleydi. Onun başına sürekli bir aksilik gelirdi. Kendini saçma ve çıkması zor durumlarda bulurdu. Ve bu durumlardan çıkmakta oldukça kötüydü. Eli ayağına dolanır, ne yapacağı hakkında en ufak fikri olmazdı. Yine bu tarz bir şeyin başına geldiğini düşünmüş ve beklemeyi tercih etmişti. Birkaç dakika daha bekledikten sonra kalkmaya karar verdi. Hava iyice kararmıştı. Mert hesabı ödemeye gitti ve o mekandan ayrıldı. Kaan'ı 2-3 kez çaldırmış ama cevap alamayınca çok üstüne gitmemeye karar vermişti. Yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladı. Eve yürürken gözü gökyüzüne takılmıştı. 'Yıldızlar...' diye geçirdi içinden. 'Yıldızlar ne kadar da güzel parıldıyor !' Gökyüzü ışık kirliliğine rağmen çok güzel gözüküyordu. Mert eve gidene kadar yıldızları inceliyor, yavaş yavaş yürüyordu. Mert yavaş yavaş yürüdüğünden dolayı saat oldukça geç olmuştu. Gece yarısını çoktan geçmiş, sokaklar az da olsa ferahlamıştı. Buna rağmen dışarıda bir ton insan vardı. Her birinin farklı bir hikayesi, farklı sevdikleri, farklı pişmanlıkları ve farklı zevkleri vardı. Hepsinin tek ortak noktası bir gün ansızın ölecek olmalarıydı.
Zaman gelip geçiyor, asla geri dönülemiyor, bazı şeyler telafi edilemiyordu. Ölüm korkutucuydu. Bilinmezdi. Sinsiydi. Kabullenmek zordu çoğu insan için. Asla bitmeyecek gibi hissettiren bu hayatın bitmesi. Mert aklından bunları geçirirken evin önüne varmıştı. Kendi sokağında kimseler yoktu. Sadece Mert vardı. Tek başına, yapayalnız bir şekilde sokağın ortasında duruyor, her an yıkılabilecekmiş gibi hissettiren binasına bakıyordu. Binaya girdi ve yavaş yavaş evinin bulunduğu kata doğru yola çıktı. Kapının kilidini açıp eve girmiş, kıyafetlerini değiştirmek için kendi odasına gitmişti. Nedense içinde bir huzursuzluk, endişe vardı. Sanki kötü bir şeyler olmuş gibi hissediyordu. Sık sık bu tür hislere kapılırdı. Artık aldırmıyordu. Yatağına girdi ve uyumaya çalıştı. Bu gece de uzun saatler boyunca bir şeyler düşündü. Ama bu sefer odasında değil balkonda yatıyordu. Yıldızları seyrediyor, kendi kafasında senaryolar kuruyordu. Uyumuştu. Göz kapakları kapanmış ve zihnindeki sesler durulmuştu. Sabah nefes nefese, terler içerisinde uyanmıştı. Bir kabus görmüştü. Görüntüler pek net değildi. Pek hatırlamak ister gibi bir hali de yoktu. Eli telefonuna gitti. Her sabah eli ilk iş telefonuna giderdi. 'Sanırım saat dokuz olmuş bile' diye geçirdi içinden. Kaan'dan ses seda yoktu. Genelde sürekli mesajlaşan biriydi. Bir şeyler yanlış hissettiriyordu. Her zaman bu tarz bir düşünce yapısında olmuştu Mert. Yaşam... Yaşam çok garip bir şey. Hiç bir insan eşit değil. Ama hepsinin sonu aynı. Eninde sonunda herkes yok olup gidecek. Ne ona dair bir iz, ne bir anı ne de bir gülümseme kalır. Sonsuz boşlukta savrulan yuvarlak bir kara parçasında, bir daha asla önemi olmayacak şeyleri kendilerine dert ederlerdi.
Kafasından bu düşünceleri attı ve hazırlanıp evden çıktı. Telefonuna göz gezdirirken bir mesaj oldukça dikkatini çekmişti. Mesaj Kaan'dan geliyordu. Oldukça kısa bir mesajdı. Ama mesajın bu kısalığı anlaşılmasını epey zorlaştırıyordu. "Az kaldı. Vakit geldi sayılır." 'Vakit geldi sayılır. Az kaldı.' diye içerisinden tekrar etti Mert. Mert bir mesaj atmaya karar vermişti ve hemen bunu eyleme dökmek üzereydi. Yaptı da. Hemen Kaan'a mesaj yollamıştı. "Dün neden gelmedin. Mesajı şirkettekilere mi atacaktın?" Kaan bir avukattı ve işinde de yeterince iyiydi. İyi bir maaş alıyordu ve çevresi tarafından saygı duyulan bir gençti. Genç yaşına rağmen işini çok iyi yapardı. 24Please respect copyright.PENANAd3EwtxgeKc
[Mesaj iletilemedi]
'İki dakika önce bana yazdı nasıl iletilmez ' diye düşündü. Belki de telefonu kapanmıştı. Ya da interneti bitmişti. Belki de çekmeyen bir yere gitmiş olabilirdi. En azından Mert öyle umuyordu. Öyle olmadığını söylüyordu içindeki ses. Bir şeyler olmuştu Kaan'a. İçi içini yiyordu ama elinden gelen pek bir şey yoktu. Kaan'ın İstanbul'da nerede kaldığını, nerelerde dolaştığını bilmiyordu. Bildiği kadarıyla İstanbul'da pek bir tanıdığı da yoktu. Bu şeylerin hepsini kafasında kurduğuna inanmak istiyordu. En azından şimdilik böyle bir şey olmadığına kendini inandırmıştı. Kafası dolu bir şekilde işe gitmemesi lazımdı. Bisiklete atladı ve evden hızlı bir şekilde ayrıldı. Elinden gelen en hızlı şekilde dükkanın önüne vardı. Dükkan kapalıydı. Neyse ki anahtar yanındaydı. Dükkanın kapısını açtı ve içeri girdiğinde, nedensizce içine bir rahatlama geldi. Ferahlamıştı. Birkaç saat sonra içeride hafiften bir kalabalık oluşuyordu. Kalabalığı elinden geldiği en hızlı şekilde dağıtıyordu. İçerideki müşteri kalabalığı iyice azalmış, içeride hepi topu 2 kişi kalmıştı. Biri orta yaşlarda, hafif beyazlamış saçlara sahip bir adam; diğeri ise 30'lu yaşlarında olan bir kadındı. Adam kutu içecek almak için içecek reyonuna gitmişti. Kadınsa kasanın önündeydi. Sessizce bekliyordu. Uzun bir sessizliğin ardından kadın kafasını kasaya biraz yaklaştırdı. Mert'in kulağına iyice yaklaşmıştı ve yaklaşmaktaydı. Kulağının dibine girince ağzı iyice açıldı. "Az kaldı. Vakit geldi sayılır" diye fısıldadı.
ns216.73.216.121da2