Güzel bir İstanbul akşamıydı. Hava karanlık ve deniz koyu mavi. Dışarıda arabaların korna sesleri, insanların bağırış çağırışları, insanın kendi kafasının içindeki sesler. Hiçbiri susmuyordu. Gece hiç bitmiyor gibiydi. Her bir dakika sanki birkaç saatmiş gibi hissettiriyordu. Mert yine böyle bir gece geçiriyordu. İstanbul'da yaşayan çoğu kişi gibi. Bu hayatta neler yaptığını, hiçbir faydası olmadığını, kendi hiçbir hayalini gerçekleştiremediğini, ve tüm bunların sonsuza kadar değişmeyeceğini düşünüyordu. Büyük bir ihtimal haklıydı. Asla düzgün bir hayat yaşayamayacaktı. Ne kendine ait bir evi ne de bir arabası olacaktı. Borç batağından kurtulamayacak, borcu ölene kadar onunla kalacaktı. Ölene kadar hayallerini gerçeğe çeviremeyecekti. Ölene kadar... "Ölüm" diye düşündü Mert. Bir gün ansızın gelecekti onu almaya. Hiç hazır olmadığı, ne haberi ne de zamanı olduğu bir anda. Tüm bunlar kafasını kurcalarken eli telefonuna gitti. Saat çoktan üçü geçmişti. Sabah dokuzda kalkıp işe gitmesi gerekliydi. Dokuz gibi bisikletine atlar işyerine giderdi. Sokak arasında babasıyla birlikte işlettiği bir bakkalı vardı. Dükkanın tuvaletinde yıkanabileceği çok küçük bir alan da bulunuyordu ayrıca. Burada bisikletle geldiği için ter içinde kalmış vücudunu temizler ve ferahlardı. Dükkan içerisinde bulunmasına rağmen beklenildiği kadar pis bir yer değil, aksine gayet temiz sayılabilecek bir yerdi. Dükkanları pek ahım şahım bir yer olmasa da mahalleli buradan alışveriş yapardı. Çok büyük bir dükkan sayılmazdı. Mert'in gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Ama buna rağmen düşünce akışı asla bozulmadı. Bozulmazdı. Bu her gece aynı şekilde olurdu. Uyuyana kadar aklı hep düşüncelerle dolu olurdu. Gözleri tamamen kapanmış ve uykuya dalmıştı.
Sabah olmuştu. Mert'in alarmı yaklaşık on dakikadır çalıyor ve susmak bilmiyordu. Ta ki Mert uyanana kadar. Mert'in göz kapakları hareket etmeye, açılıp kapanmaya başlamıştı. Mert sonunda uyanmıştı. Tam olarak uykusunu alamaması ve sürekli düşünmesi yüzünden başı patlayacak gibiydi. Uyanınca ilk yaptığı şey on beş dakika sonraya yeni bir alarm kurmak oldu. Bu on beş dakika o kadar güzel bir şeydi ki. Anlatılamazdı. Tabii ki bu kadar güzel olmasının yanında çok büyük bir sıkıntısı da vardı. Bu on beş dakika sanki birkaç saniyeymiş gibi, sanki o aradaki zaman hiç var olmamış gibi, hemencecik bitivermişti. Mert ikinci alarmdan sonra tuvalete kalktı. Tuvalet ihtiyacını giderdi ve ellerini ve yüzünü yıkadı. Saçlarını günlük olarak yıkardı. Ama bugün bir tık geç uyanmıştı bunun için bunu bugünlük es geçecekti. Mert evden çıkmış ve merdivenlerden aşağı iniyordu. Bu oldukça kısa sürmüştü çünkü kendisi giriş katın hemen bir üst katında oturuyordu. Eski püskü unutulmuş ve neredeyse hurda yığını denebilecek bir binaydı bu. Büyük depremi beklemesine gerek bile yoktu binanın. 4-5 şiddetindeki bir deprem bile burayı tuzla buz edebilirdi. Ama kirası oldukça ucuzdu. Yedi bin beş yüz TL ödüyordu buraya Mert. Gıda ihtiyacını bakkaldan alıyordu. Genelde bakkaldan beslenirdi. Bundan dolayı pek fazla kırmızı et yemezdi. Beyaz eti de ayda 2 bilemedin 3 defa yerdi. Parası beyaz et almaya yetiyordu ama tadına pek bayıldığı söylenemezdi.
Mert, bisikletine atladıktan hemen sonra yola koyuldu. Yaklaşık 15-20 dakika sürerdi buradan bakkala. Bisiklet yolundan ilerliyordu. Saat dokuza on vardı. Elinden geldiğince hızlı gidiyordu. İnsanlara çarpmamaya çalışıyordu. Bu saatte bile kalabalıktı şehir. İnsanlar hep bir telaş içindeydi. Mert bakkalın önüne gelmişti. Dükkanın kapısı açıktı. İçeri girdi ve babasına selam verdi. Babasıyla arası pek yoktu. Yine de onla beraber bu işi yapabiliyordu. Farklı evlerde yaşıyorlardı. Babası bakkalın karşı binasında eski püskü bir binada yaşıyordu. Mert'in annesi 3 yıl önce ölmüştü. Mert bu olayı hala tam olarak aşabilmiş değildi. Tam olarak inanamıyordu. Gerçek gibi gelmiyordu bu olay. Sadece bu olay da değil. Ölen her bir tanıdığının ölümü ona gerçek dışı geliyordu. Tabii ki ölümden kaçış yoktu. Ama bu oldukça korkutucuydu. Bilinmezlik. Mert'i bilinmezlik korkutuyordu. Akşam işten çıkana kadar yine aklına bir konu takıldı. Ölüm. Sadece bu güne özel bir şey değildi bu. Her gün, olur olmadık yerlerde, hiç beklenmeyen anlarda, en mutlu zamanlarında aklına geliyordu. Çok düşünüyordu.
Sonunda eve varmıştı. Akşam dükkanı Mert kapamıştı ve üstünde bir yorgunluk vardı. Saat on bir civarlarında olmalıydı. Mert eve gider gitmez yıkanırdı. Ama bu sefer kendini direkt yatağa attı ve beş on dakika içerisinde uykuya daldı. Sabah saat 8 gibi gözlerini açtı. Uyku ona iyi gelmişti. Kendini yenilenmiş hissediyordu. Enerjisi yerindeydi. İlk önce tuvalete ardından da doğruca duşa girdi. Bugün izin günüydü. Pazar günü. Haftada iki gün izin yapardı. Tabii bunun yüzünden babasına kıyasla oldukça az kazanırdı. Okulu bitireli 3 yıl olmuştu. Lise bitince üniversite sınavını birincilikle kazanmıştı. Ama üniversiteyi 1 yıl okuduktan sonra para sıkıntısına girince bıraktı. Babası öyle kolay kolay para vermezdi. Okuyup iyi bir yere geleceğini de düşünmüyordu. Mert hazırlandıktan sonra evden çıktı. Dışarı çıkınca derin bir nefes aldı. Bugün özel bir gündü. 8-9 yıldır görmediği ilkokul arkadaşı ile buluşacaktı. Çok yakın arkadaştılar. O buradan taşınmıştı ama hala internet üzerinden belirli platformlardan sohbet ediyor, gülüp eğleniyorlardı. Mert çoktan buluşma yerine gelmişti. Kaan'ı bekliyor, beklerken de menüye göz gezdiriyordu.
ns216.73.216.121da2